1. "olgular açık, uyumsuz, kaba… yüksek sesle konuşmaya hevesli. dev taşlar gibi yığılmış olguları, önemli şeylerle ilgilenenlere bırakıyorum. beni çeken yalnızca aralarındaki mırıldanma. belli belirsiz, saplantılı… kayalar dolusu olguyu eşeleyerek elde edebileceğim bir avuç hakikatin peşindeyim. bir ışıltının ardından derinlere, en derinlere dalıp diplere ulaşır da geriye dönmeyi başarırsam, parmaklarımın arasından kayıp gidecek bir avuç kumun, kumların ezgisinin peşindeyim.”
  2. "simerenya...öyle bir dünyanın hasreti imkanının delili değil miydi?"

    peyami safa - yalnızız
  3. ben bu çılgınlığın ortasında fırtınalı denizdeki bir kaya gibi soğuk ve kıpırtısız duruyordum ve o an neler hissetmiş olduğumu şimdi bile tam olarak söyleyebilirim. elbette öncelikle bu tuhaf hareketlerin gülünçlüğü ve taşkınlığın bayağılığı karşısında duyduğum küçümseme vardı, ama kendime itiraf etmekten hiç hoşlanmadığım başka bir şey ise karşımda gördüğüm bu fanatizmdeki hayata yönelen hararetli tutkuyu, böylesi bir heyecanı kıskanmış olmamdı. benim böyle bir heyecana kapılmam, bu ateşi hissetmem, hararetimin bu kadar yükselmesi, elimde olmadan sesimin degişmesi için ne olması gerekirdi acaba? sahip olmanın beni bu kadar heyecanlandıracağı herhangi bir zenginlik, beni bu denli çekebilecek herhangi bir kadın düşünemiyordum, beni duygularımın donukluğundan kurtarıp böyle bir ateşe atacak hiçbir şey aklıma gelmiyordu. birisi üzerime aniden bir tabanca çevirse yüreğim etrafımdaki bunca insanın yüreğinin bir avuç para için attığı kadar atmazdı.

    stefan zweig - olağanüstü bir gece
  4. hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine. hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de bir yerim olması gerektiğine.

    orhan pamuk - kara kitap
  5. ne kendime, ne başkalarına, gerçeğin kaba, anlamsız bir özetini sunmaktan öteye geçememiştim bugüne kadar.

    aslı erdoğan - kabuk adam
  6. senin hoşuna gidiyor, senin için bir değer taşıyorsam, senin için bir ayna oluşturuyorum da ondan; içimde bir şey var, sana yanıt veriyor, seni anlıyor. aslında bütün insanların birbirleri için bu tür aynalar oluşturması, birbirlerine böyle yanıt vermeleri ve uyum göstermeleri gerekir; gelgelelim, senin gibi antika kişilerin işine akıl sır ermiyor, hemen bir büyülenmişlik içine sürüklenip kendileri dışındaki insanların gözlerinde hiçbir şey göremez, hiçbir şey okuyamaz duruma geliyor, onlara ilgi duymaktan çıkıyorlar. böyle antika bir insan kendisine gerçekten içtenlikle bakan bir yüz gördü de bu yüzde bir yanıt gibi, akrabalık gibi bir şeyin varlığını sezdi mi, evet işte, bu kuşkusuz bir şenlik oluyor kendisi için.

    hermann hesse - bozkırkurdu
  7. ben pek sıradan bir kambur sayılmam. ispanyolların jorobado dedikleri türdenim. önden bakınca cüce arkadan bakınca koca bir tümsek. nereden bakılacak peki? yandan mı? olabilir. bakışlarımın çok derin ve keskin olduğu kanısındayım. ama bunu söyleyen hiç olmadı. burnum içinse, "burun" demek pek hafif kalır. burrunn demek (şeddeli)gerekir. baktıkça pes ediyorum. tanrı beni bu şekilde yaratıp dünyaya gönderiverdi; ama, beni tekrar göreceğini düşünseydi, burnumun dörtte üçünü geri alırdı. bu nedenle de, karşısında daha fazla kalabilmek için en korkunç suçları işliyorum. saçlarımın önleri döküldü- daha doğrusu ben öyle sanıyordum; arkamdaki bir aynadan tepemin de açılmış olduğunu görene dek. dişlerim gri-mavi ve öndeki iki tane birbirinin üzerine binmiş; bu nedenle ben onları tek diş sayıyorum. neyse ki dudaklarım kalın değil. özellikle üst dudağı kalın olan kimsenin melek gibi olmaktan başka çaresi yoktur; yanmıştır. en çok yakan şey ise ,"yandım " derken dudaklarının aldığı şekildir. en çok sağ elimin küçük parmağını severim. küçükken bir kazayla kopmuştu.kimbilir nerelerdedir, neler beceriyordur. bunlardan gocunduğumu sanmayın. yaşama pek katılmadığım için, bu tür primler hiç ilgilendirmez beni. çirkin insanlardan iğrendiğim kadar güzellerden de iğrenirim. hatta diyebilirm ki, estetik kaygısındaki her şey iğrendirir beni.

    şule gürbüz - kambur
  8. hayat beni önüne katıp sürüklemesin diye sürüklediklerine bakıp onlardan ayrı bir baş tutmak istedim. çünkü hayattan iğreniyordum. nesini öğrenip, anlayıp, anlamlandırılmış haline şahit olsam, ikna olsam da bu iğrenme duygum ve burada olmadan duyduğum utanç hiç geçmedi. bunu kime şikayet edeceğimi çok düşündüm, bu utancı kime aktarayım diye dört döndüm, nafile. an oldu ya da gün oldu şartlar sebebi ile iğrenmede beni geçenler de gördüm ama buna hiç inanmadım. onlar hayattan değil şartlardan iğreniyorlardı. ben bütün şartları sıyırdığımda kalandan iğreniyordum, tabakta kalandan değil ya da önüme konandan değil, tabağın kendisinden ve önüme bir şey gelmesi, konması halinden iğreniyordum. bu tiksintim hiç hafiflemedi.

    şule gürbüz - coşkuyla ölmek